devam ediyor 2s önce güncellendi
Kaya çiçeği(Anlaşmalı evlilik)
@aytenennnn
Okuma
13
Oy
3
Takip
5
Yorum
20
Bölüm
2
Karşımda, heybetli bir adam duruyordu. Öyle büyük, öyle cüsseliydi ki, varlığı bile içimde kasırgalar koparıyordu. Gölgesi bile insanın üzerine çökerdi. O heybet, onu dokunulmaz, ulaşılmaz biri haline getiriyordu. Ama en çok gözleri… Soğuktu. Donuktu. Canlı değildi sanki. Bir insan değilmiş gibiydi. Yaşayan bir ruhtu o. Bedenin içinde mahsur kalmış, duygularını yitirmiş, belki de yıllardır konuşmayan bir hayalet gibi. Gözleri bana bakmıyordu bile. Beni görmüyordu. Sanki ben değil, bir dağa bakıyordu. Dilsiz, hareketsiz, nefessiz bir dağ. Ve eğer nefes alacak olsaydı… Sanki dünya yerle bir olurdu.
Üzerindeki siyah takım elbise, omuzlarına fazla dar gelmiş gibiydi. O kadar kasvetli ve hareketsizdi ki, sanki bu bedeni istemeden taşıyordu. Ne bir jest, ne bir mimik… Sadece duruyordu. Damarlarında kan yerine buz akıyormuş gibiydi. Benim üzerimdeki beyaz gelinlikse onun umurunda bile değildi. Bir saniye bile bakmamıştı. Ne giydiğim, nasıl göründüğüm, gözlerimdeki hüzün… Hiçbiri onun dünyasında bir yer tutmamıştı.
İlk defa bir kadınla evleniyor gibi değildi. Belki de bu, onun için sadece bir imzaydı. Bir kağıt parçası. Bir anlaşma. Ve belki de sonuncusuydu.
Ben de zaten evlenmeye hevesli değildim. İstememiştim. Kabul etmiştim sadece. Zorunda kaldığım bir karardı bu. Babamın “güçlü ortaklık” hayalleri uğruna kurban edilen bir gelecektim ben. O ise… O çok pasifti. Sessiz. Sürekli evden işe, işten eve giden biri gibi görünüyordu. Ne gülüyordu, ne kaşlarını çatıyordu. Tepkisizdi. Soğuk ve yıpranmış bir ruh gibiydi.
Dayanamadım.
“Bu gece hiç konuşmayacak mısın?” dedim, sesim hafif titriyordu.
Baktı. Ama gözlerinde bir cevap yoktu. Dudakları oynamadı.
“Dilini mi yuttun?”
Yine suskunluk. Sessizlik çığlık gibi bağırıyordu aramızda. Sinirlerim geriliyordu.
“Delirteceksin beni. Niye cevap vermiyorsun?” dedim, gözlerimin dolduğunu hissettim.
Yine sadece baktı.
Artık patlamak üzereydim.
“Bak,” dedim, sesim yükseldi, “ben de bu evliliği istemedim! Sırf babam seninle ortak olsun diye evlendim! Benden bir beklentin olmasın!”
Yine baktı. Yine sessizlik. Ve sonra… Ağır ağır başını çevirdi. Derin bir nefes aldı. Dudakları hafifçe aralandı.
“Ben… senden bir şey istemiyorum,” dedi. Sesi yıllardır kullanılmamış gibi yorgundu. Kalın, ağır ama netti.
Ne diyeceğimi bilemedim. Donup kaldım.
“Sadece…” diye devam etti, bakışlarını yere çevirdi, “sadece… son yıllarımı huzurla geçirmek istiyorum.”
Kalbim sıkıştı. İçimde bir şey koptu. O cümle, içimde yankılandı. Son yıllarımı mı? Ne demekti bu? Ölüyor muydu? Yoksa… çoktan içten içe ölmüş müydü?
Bir adım attım, sesim titreyerek sordum:
“Hasta mısın?”
Cevap vermedi. Gözleri duvara kilitlenmişti.
“Bir şey mi saklıyorsun benden? Neden böylesin? Neden bu kadar soğuksun?”
Yavaşça bana döndü. Gözleri bu sefer doğrudan gözlerime kilitlendi. İlk defa, gerçekten beni görüyordu.
“Çünkü artık içimde hiçbir şey kalmadı,” dedi. “Kayıplardan sonra insanın içinde konuşacak ne kalıyor biliyor musun? Ne sevgiye yer oluyor… ne nefrete. Sadece... sessizlik. Ve biraz da alışkanlık.”
Donakaldım. Kalbim paramparça olmuştu. Elimle eteğimin ucunu sıkıca kavradım. Buz gibi olmuştu ellerim.
“Ben… bilmek isterim,” dedim. “Eğer bir gün gerçekten gideceksen, bunu bilmek isterim.”
Uzun bir sessizlik oldu.
“Sana acı vermek istemiyorum,” dedi. “Bu yüzden konuşmuyorum.”
“Acı zaten var,” dedim fısıltıyla. “Sen susarken de.”